LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

31 Ekim 2009

Saç ihmale gelmez

Saçlarım benim için önemlidir. Genellikle uzun ve açık renk röfleli kullanıyorum.Arada çıldırıp çok farklı renk ve kesimler yaptırsam da kısa sürede yaptığım hatayı anlayıp eski renk ve modeline dönüyorum(çok klasik bir uyarı ama gerçekten bunalım zamanlarınızda kuaförden uzak durun) Yıllar yılı, röflesi, maşası, fönü derken elimden çok çektiler. Ancak saç bakımıma elimden geldiğince dikkat ediyor, bu şekilde onlara verdiğim eziyeti hafifletmeye çalışıyorum.

İlk adım tabii ki şampuan ve krem seçimi. Benim ilk tercihim tabii ki Kerastase. Bu markanın tüm ürünlerini gözüm kapalı alıp kullanabilirim aslında. Ancak tabiî ki biraz pahalı. Çilek’i takip etmenizi öneririm. Sık sık saç ürünleriyle ilgili indirimler yapılıyor. Bu sayede rahatlıkla edinilebilir. Benim saçıma uygun olan Nutritive serisi.2 numaralı Şampuan ve sütünü düzenli kullanıyorum. Saçlara yoğun nem ve parlaklık veriyor. Haftada bir de maskesini uyguluyorum.






1-Kerastase NutritiveBesleyici Banyo Saten 2 Şampuan ( Kuru ve Hassas Saçlar için )
2-Kerastase Nutritive-Besleyici Canlandırıcı Süt
3-Kerastase Nutritive-NutridefenceBesleyici Kuruluk Karşıtı Koruyucu Bakım ( Kuru /Hassas Saçlar için )





Bazıları kabul etmese de ben, sürekli kullanılan markanın arada değiştirilmesi gerektiğine inananlardanım.Bu nedenle 3-4 haftada bir, bir hafta kadar farklı markaların ürünlerini de kullanıyorum. Deneyip memnun kaldığım, fiyat olarak da daha uygun ürünler bunlar.








1-John Frieda Sheer Blondie-Açık Renk Saçlar için Şampuan ve

2-Saç Kremi
3-Loreal Re-NutritionArı Sütü serisi


Gelelim yoğun bakıma. Yazın röflemi tatil dönüşü yaptırmayı tercih ediyorum. Hem denizden, hem de röfleden iyice yıpranıyor haliyle. Bu durumda Kerastase Aqua Oleum serisi yardımıma koşuyor. Kesinlikle tavsiye ediyorum. Normalde kutudan 5 ampul çıkıyor. Haftada bir kullanarak 1 aylık kür uyguluyorum. Gerçekten saçlarımı kurtarıyor. Fiyatı biraz pahalı. Ancak çilekte 30 ‘luk paketler halinde satılıyor.Bir kutuyu alıp paylaşabilirsiniz. Veya Kerastase satan kuaförlerde tek seferlik bakım olarak uygulanabiliyor. Kerastase’in Hayat Çimentosunu da tavsiye ediyorlar ancak benim saçımı çok sertleştiriyor.











Maşa ve saç düzleştiriciler hayatımı kurtardı diyebilirim. Ancak bu aletleri kullanmadan önce mutlaka önce koruyucu ürünler uygulamak gerek. Çünkü dikkat edilmezse saça çok zarar verebilirler. Benim kullandığım ve gayet iyi sonuç aldığım ürünler bunlar. Maalesef TR’de çok pahalıya satılan bu ürünleri internetten çok çok uygun fiyatlara satın alabilirsiniz. Bu konuda sorularınız olursa memnuniyetle cevaplayabilirim ancak size en detaylı bilgiyi verebilecek adres: www. yurtdisindan.blogspot.com .










1-Bed Head Tigi – After Party – minicik bir miktar saçlarınızı yumuşatıp parlatmaya yetiyor
2-Organix Coconut Milk Serum- saç uçlarını nemlendiriyor ayrıca kokusu süper




Son olarak kuaförünüzü iyi seçin. İstanbul’dan Ankara’ya taşınınca Sevgili Kaan’ın yerini kimse dolduramaz diye düşünmüştüm. Sırf saçımı yaptırmak için 1 günlüğüne İstanbul’a gidip gelmişliğim bile vardır (saçım konusunda çok hassasım demiştim değil mi:) Çok uzun süre içime sinen bir yer bulamadım. Çok çok meşhur olan yerleri de denedim, kiminin fönü iyi boyası olmuyor, kimi çok klasik çalışıyor, kimi gerçekten bir havalarda. Ancak en sonunda içime sinen bir yer buldum:T.Hilmi’deki Şanel Kuaför. İşte size iki örnek. Biri çok yakın bir arkadaşımın düğününde yapıldı(herhalde hayatımda yaptırdığım ilk topuzdur ama çok hoşuma gitti, öyle assolist gibi dolaştım bütün gece:), diğeri ise günlük spor bir model (neredeyse 5 gün bu saçla dolaştım hiç bozulmadı yıkamak zorunluluğu olmasa bir 5 gün daha giderdi kesin:)



Bence saç bir kadının en önemli aksesuarıdır. Rengi, modeli, boyu ne olursa olsun birazcık vakit ayırıp saçlarınızla ilgilenin…

28 Ekim 2009

Neden blog yazma ihtiyacı hisseder insan?

Genelde çabuk sinirlenen biri değilimdir. Fazlasıyla sakin ve sabırlıyımdır. Beni ne kadar sinirlendirse de karşımdakinin de bir insan olduğunu düşünüp kırmamaya çalışırım hatta cevap bile vermem. Ancak bu sessizliğin nedenini algılayamayıp üstüme geldikleri zaman kontrolden çıkabilirim.


Neden blog yazma ihtiyacı hisseder bir insan? Bir çeşit günlük bu değil mi? Kimi içindekileri döker, kimi ilgi alanlarını yazar, kimi ticari amaçlı kullanır, ürünlerinin reklamını yapar.


Ben işim gereği internette çok gezen biriyim. Oldukça da renkli ve hareketli bir hayatım var. E yazmayı da seviyorum. Malzemeler tamam yani. Benim de bir blogum olsun istedim çok mu? İlerde yapmak istediklerim için bir zemin oluşturmaktı amacım.


Tabii ki izleyiciler olacak, yorumlar olacak, beğenen –beğenmeyen olacak. Bunlar beni gerçekten çok mutlu ediyor. Yazdıklarımı hiç tanımadığım insanların okuması, beğenmesi, eleştirmesi ,yorumlaması çok güzel.


AMA, niyeyse bazıları (bu bazıları hep karşı cinsten çıkar her ne hikmetse) bunu anlamaz. İlla bi rahatsızlık verecek. Hemen maili yollar : Çok merak ettim sizi tanışabilir miyiz? Önce gene kibarlık edip görmemezlikten gelirsin. Cevap bile yollamazsın. Yok anlamaz. Şirinlik yaptığını zannedip mesajlara devam eder. Üstelik bunu düşünen bir kendisi var zanneder. Kardeşim senin gibi “tanışabilir miyiz acaba” diyen onlarca mail geliyor hergün. Hangi birinize derdimi anlatayım.


Ben blogumu açmışım, kendi çapımda rahatsız edilmeden takılmak istiyorum. Yeni arkadaşlar bulma derdinde değilim ki? Belki çoook ileri bir zamanda, fikirler paylaşıldıkça, belki insanları biraz biraz yazdıklarından, yorumlarından tanımaya başladıkça, belki merak edersin, belki ‘ya arkadaşım sen kimsin bi tanışalım senle’ dersin ..ama Belki!!!! Bi bunaltmayın insanı.

27 Ekim 2009

Albert Camus “ Önümden gitme, seni izleyemeyebilirim. Arkamdan da gelme, yol gösteremeyebilirim. Yanımda yürü ve yalnızca dostum kal”


Cumartesi akşamı en yakın kız arkadaşlarımdan (artık onlara yalnızca arkadaş demek yeterli değil aslında, ailemden bile daha yakınlar bana) biri evlendi. Neredeyse 1 aydır nişan, bekarlığa veda partisi, kına,gelin hamamı, kısacası yapılabilecek tüm kutlamaları (hatta bir kısmına gelin adayı arkadaşımız saçmalamayın artık dese de:) başarıyla gerçekleştirdik. Ama düğün gecesi bambaşkaydı. Sevincin, duygusallığın bir arada olduğu, karmakarışık duyguların yaşandığı bir geceydi.


Bizim kızlar grubu yaklaşık 6-7 yılda oluştu. Aramızda çok daha önceden tanışanlar var, gruba sonradan ilave olanlar, bir ara gruba girip sonradan uyum sağlayamayıp ayrılanlar var. Ama 7-8 kişilik çekirdek kadromuz çok sağlam. Belli dönemlerde mecburiyetten ayrı kalsak bile (bir elemanımız ABD’de gitti bir türlü dönmek bilmiyor mesela) ilk buluşmada aradaki açığı kapatmaya çalışıyoruz.


İyi-kötü o kadar çok şey yaşadık, o kadar çok şey paylaştık ki, artık ailelerimizden daha yakınız birbirimize. Tatillerimiz, kutlamalarımız, hastalıklarımız, kayıplarımız oldu ama biz hep birlikteydik. Tabii ki bazen birbirimize kızıyoruz, yanlış gördüğümüzde uyarıyoruz, hatta belki bazen farkında olmadan kırıyoruz, kırılıyoruz. Ama biz birbirimizi çok seviyoruz ve bu sevgiden, dostluktan çok eminiz. Dilerim herkes bizim kadar şanslı olur ve böyle dostlara sahip olur...


İyi ki varsınız kızlar... SİZİ ÇOK SEVİYORUM....










21 Ekim 2009




DOĞUM GÜNLERİ BENİM İÇİN ÖZELDİR...



SEVDİKLERİNİZLE BİRLİKTE GÜLÜMSEDİĞİNİZ,
MUMLARI ÜFLERKEN DİLEKLER TUTTUĞUNUZ,
ALKIŞLANIRKEN NE KADAR ÖZEL OLDUĞUNUZU HİSSETTİĞİNİZ BİR ANDIR.



Bu yüzden sevdiklerimin özel günlerini kutlarken (gerçi artık bekarlığa vedalar, hoş geldin /güle güle, geçmiş olsun partileri falan derken suyunu çıkardık ama hiç şikayetçi değilim) onları gülümsetecek hatta şaşırtacak ufak sürprizler yapmayı çok seviyorum. Organizasyoncu olmanın da verdiği avantajla, dostlarımla çok eğlenceli saatler geçiriyoruz.
Çok yakında burada bu konuyla ilgili orijinal fikirler yazıları yazacağım. Şimdilik bazı doğumgünü pastalarımızın resimleriyle idare edin :D




Not: Bu tarz pastaları artık pek çok yer yapıyor. Ancak ben genellikle BigChefs,FundaClassy ve Palet Pastanelerinde istediğim her modeli ve çeşidi rahatlıkla yaptırabiliyorum ve sonuç hep mükemmel oluyor.

13 Ekim 2009

Rimmel'in bu rengi (610) süper..Gerçekten hızlı kuruyor.. Şiddetle tavsiye ediyorum












hep sevdiğim bir renk olmuştur MOR..


Depresyon ve hüznün rengi falan derler ya bence duygu rengidir MOR..


Gizemlidir..Mistiktir..Hatta tutkulu aşkların rengidir..


Her alanda kullanmayı seviyorum ama en çok makyajda :)


Şu renklerin güzelliğine baksanıza sevmemek mümkün mü????






(not : makyaj konusunda son haberler ve derya deniz bilgiler için müracaat

http://just-makeup.net/ )

"Allerji" ve evde yan gelip yatmanın dayanılmaz ağırlığı...

Büyük bir şevkle başladığım blog yazılarıma bu alerji denen illet yüzünden ara vermek zorunda kaldım.Öyle alerji deyip burun kıvırmayın. Günlerce yatırdı beni.
İşin komik tarafı, öyle ateşler içinde kıvranıp, acaip öksürük nöbetleri falan geçirirken, hiç keşfedilmemiş çok tehlikeli bir hastalığa tutulmuş olacağımı falan hayal etmiştim(evet hayal dünyam çok geniş). Baktım vitaminle falan geçmiyor doktora gittim. Muayene sonucu : Alerji!!!
Önce hayal kırıklığı yaşadım ne basit bişeymiş diye..Gerçi doktoru dinleyince hafife alınmaması gerektiğini öğrendim ve bir torba ilaç ve bir haftalık raporumla eve döndüm.
Esas problem bundan sonra başlıyor…
Benim gibi uzun süredir aralıksız çalışan biriyseniz evde boş boş oturmak ne demek anlarsınız.
Gülse Birsel’in bir yazısında (Avrupa Yakasını çoook özlüyorum) okumuştum.“Ev çok güçlü bir şeydir, uyuşturucu özelliği vardır, insanı adeta yutar” diyordu. Ne kadar haklıymış.
İlk gün “aman zaten hastayım, halim yok dinlenmem lazım” diye düşünüp battaniyenin altına gömüldüm. Başlarda hoşuma gitti öyle boş boş yatmak. Ancak ikinci gün kendimi “sabah programları”nı seyrederken buldum. Beyin fonksiyonlarım hala çalışıyordu heralde çünkü ne kadar mantıksız şeyler yapıldığını falan algılayabiliyordum. Ancak bu aşamada TV’yi kapatmayıp seyretmeye devam ederseniz bittiniz, tamamen dumur olmak bir tarafa, yorum bile yapmaya başlıyorsunuz. Evlilik programlarını, yemek yarışmalarını falan geçtim, kocalarına ev işi yaptırmaya çalışan kadınların yarıştığı bir program bile var. İşin kötüsü bir anda silkinip kendine gelemiyor insan, uyuşturucu gibi alışkanlık yapıyor. Kalk bir DVD seyret veya kitap falan oku değil mi? Yok öyle olmuyor.. Hadi bir beş dakikada buna bakayım derken bir anda akşam oluveriyor. Üçüncü gün sonunda “Nazife Teyze Hamid Amca’nın evlenme teklifini kabul edecek mi?Bu Derya Baykal ne becerikli kadın ben de dikiş makinası alsam mı?” diye düşünürken buluyorsunuz kendinizi.

Kabul ediyorum ev kadınlarının işi bizimkinden çok daha zor.
Dikkat etmezseniz bu ev sizi yutabilir çünkü...